T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Kitaplar ve Ajanlar (II)

Almanya'da yaşayan müslüman nüfusun –ki çoğunluğunu Türkler oluşturuyor- en ciddi sorunlarından biri de çocuklarının din ve dil eğitimi hususundaki ihtiyaçları... Aslında bu onların anayasal hakları... Fakat Alman Devleti'nin resmen muhatap kabul edebileceği bütün müslümanları temsil iddiasında dinî bir kurumun bulunamaması ve İslam dininin de Hristiyanlık ve Yahudilikteki şekliyle böylesi bir hiyerarşiyi (temsil kabiliyeti ve hakkı olan bir cemaat hiyerarşisini) oluşturabilecek imkânlara elvermemesi, ister istemez daha küçük ölçekteki yapılanmaların önünün açıyor, tabiatıyla bu temsil zaafı da Almanlara bu hakkı savsaklama imkânı veriyor.

Alman hukuku bir dinin mensuplarına kendi dillerinde din eğitimi yapmaları hakkını tanıyor. Müslümanların din dili Arapça.... Bu bakımdan Araplar için sorun yok... Tıpkı yahudiler gibi onların anadilleriyle din dilleri aynı... Türklere gelince, resmî görüş din eğitiminin Türkçe yapılmasını ve bu konuda Diyanet Teşkilatı'nın muhatap alınmasını istiyor. Fakat Türkiye laik bir ülke sıfatıyla dinî bir meselede doğrudan taraf olamıyor. Ortada fiilî etkinliği bakımından İslam Federasyonu ile Milli Görüş Teşkilatı'nın da ağır bastığını unutmamak lazım; çünkü Türk nüfusun devam ettiği camilerin çok büyük bir kısmı bu insanların emek ve gayretlerinin mahsûlü...

Almanya'daki Türk nüfusun artık orada kalmaya karar verip Alman dilini öğrenmek konusundaki isteksizliklerinden vazgeçmeleriyle Almanların "entegrasyon" politikalarını devreye sokmaları her nedense eşzamanlı olarak gerçekleşti ve bu sefer din eğitiminin Alman diliyle yapılması yolundaki resmî görüşü ağırlık kazanıverdi. Aleviler de Sünnilerden ayrı olarak eğitim görmek istediklerini beyanla bu yolda bir hayli mesafe aldılar. Binaenaleyh bizimkiler açısından şimdiki çatışma konusu, eğitimin Arapça mı, Türkçe mi olacağı değil, Almanca mı, Türkçe mi olacağı...

Kısacası, yakın geçmişteki Türkçe İbadet tartışmaları Almanya'daki din eğitimi dilinin tayini meselesiyle alâkalı iken, Türk Müslümanlığı tartışmaları da Türk Alevilerine –bilhassa- Almanya'da insiyatif kazandırma çabalarıyla irtibatlı idi. Nitekim "Anadilde İbadet Hakkı" gibi tumturaklı başlıklar yazılıp çizilirken, tarafların Kürtçe İbadet konusunu kasten ıskalamaları tartışmanın temelinde dinî değil, bilakis siyasî sebeplerin bulunduğunun en önemli göstergelerinden biridir.

Yaşar Nuri Öztürk'ün gerek Deprem'in Getirdikleri, gerekse Anadilde İbadet Meselesi adlı kitaplarında yazdıklarının satıraraları bu zaviyeden okunacak olursa, bir ilahiyatçının böylesi başlıklar altında niçin bilhassa Alman karşıtı siyasî yorumların ravisi durumunda kaldığına belki bir mânâ vermek kabil olabilir.

Şerif Mardin'i Alman ajanlığıyla, Annemarie Schimmel gibi bir Almanı ise İran ajanlığıyla suçlayan satırların, gelişigüzel kitaplarda kendilerine bu denli kolaylıkla yer bulabiliyor olmalarında, sanırım istifade edilen bilgi-notlarının kurgusal içeriklerinden ziyade, kaynaklarının ikna edici otoriteleri rol oynuyor olmalı. Böyle olmasa, "Suud-Fars ittifakı" gibi sadece tarihî ve siyasî açıdan değil, dinî/mezhebî açıdan da temellendirilmeyecek derecede saçma kurgulara yer verip ilahiyatçı/doğubilimci uzmanların aktardıklarıyla yetinmek mümkün olabilir miydi?!?

Bidayetinden bu yana çoğu oryantalistin veya arkeoloji, tarih vb. uzmanının, hatta bir kısım gazetecinin bile -bizatihi varolma sebepleri itibariyle- mensubu bulundukları ülkelerin Dışişleri Bakanlığı'yla irtibatlı oldukları, bilimsel araştırmalar adı altında bulundukları ülkelerden kendi ülkelerine bilgi taşımak ya da danışmanlık yapmak gibi bir yan görevlerinin de bulunduğu umur-ı gaybiye'den değildir. Fakat gelişigüzel genellemeler yapmak ve İslam ilim-kültür mirasının tanınması noktasında yaptığı katkıları bu sahanın en yetkili otoritelerinin tasvibine mazhar olmuş bir hanımefendiyi mesnedsiz suçlamalarla töhmet altında bırakmak marifet değildir.

Siyaset acımasızdır ve ilim, fikir, sanat, vs. dinlemez. Dünyanın bunca vaveylâsı içinde kendince bilginin, hikmetin, sanatın peşinde koşmaya çalışan naif zevatın kişisel hassasiyetlerini ise ciddiye almaz. Hepsinden önemlisi, şahsî ihtiraslar kaba ideolojik söylemlerin arkasına kolaylıkla saklanabilir ve sırtını bir yerlere dayamayı umursamayanları bir hamlede yere sermekten hiç ama hiç çekinmez.

"Hz. Mevlana'nın bile kolaylıkla Moğol ajanı ilan edildiği bir ülkede, ömrünü onu anlamaya vakfetmiş bir hanımefendinin İran ajanlığıyla suçlanmasında şaşılacak ne var?!" diyebilirsiniz.

Haklısınız, şaşılacak bir şey yok! Fakat utanılacak çok şey var!


20 Ekim 2002
Pazar
 
DÜCANE CÜNDİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED